GÖÇMEN HAREKETLİLİKLERİNİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE GÖÇLERİN HUKUKİ YÖNLERİ
Tarih: 3.08.2021| Okunma Sayısı: 1083

 

Göçmen Hareketliliklerinin Türkiye Üzerindeki Etkileri ve Göçlerin Hukuki Yönleri

Son yüzyıllardaki değişimlere dikkat edildiğinde dünya genelinde savaş ve çatışma ortamının yaygınlaştığı göze çarpmaktadır. Bu durumun yanı sıra inanç ve etnik köken temelli şiddet olaylarının, insan hakları ihlallerinin, politik ayrımcılıkların ve ekonomik krizlerin de artması ve toplumun temel dinamiklerinin zarar görmesine neden olmaktadır. Toplumlar ve dünya bazında değiştiği söylenebilecek olan bu dinamiklerden birisi ise zorunlu nüfus hareketlilikleridir. Bulunduğu toplum içerisinde barınmak istemeyen vatandaşlar mülteci veya sığınmacı olarak bu nüfus hareketliliğine dâhil olmaktadırlar. Dolayısıyla bu insan hareketliliği bir süre sonra kapsamlı bir göç olgusu içerisine dâhil edilmiş ve uluslararası bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmada da özellikle son yüzyılda artan göç hareketliliklerin olası nedenlerine değinilecek ve Türkiye’nin bu durumdan nasıl etkilendiği sosyal ve ekonomik nedenlere dikkat çekerek açıklanmaya çalışılacaktır. Açıklama yapılırken de son olarak Türkiye’nin göçmenlerle olan ilişkisinin hangi hukuki düzenlemelere dayandığı belirtilecektir. Burada değinilmesi gereken husus ise çalışma içerisindeki göçmen, göç kavramlarının tam olarak karşılığının ne olduğudur. Özellikle son yüzyılda göçler bir tercih meselesinden ziyade zorunluluk niteliğini almıştır. Yani yazı kapsamında ele alınacak olan göçmen, sığınmacı ve mülteci statüsünde yer alan insanlardır. Kullanımda sığınmacı ve mülteci kavramının karıştığı görüldüğü için bu kavramlara da kanunda açıklık getirilmiştir. Mülteci, uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanan kişi,  sığınmacı kavramı mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kimseleri kapsayan bir kavramdır.[1]

Göçlerin son yıllarda artmasının nedenleri arasında yukarıda zikredilen zor şartlar sayılmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın sonlarında siyasal istikrarsızlık, şiddetli çatışmalar, insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının artması ve soykırıma varan çatışmaların yaşanması mülteci ve sığınmacı sayısının artmasına neden olmuştur. 2010 yılından itibaren Afrika’da; Fil Dişi Sahili, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya, Mali, Nijerya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Sudan, Burundi, Orta Doğu’da; Irak, Suriye, Yemen, Avrupa’da: Ukrayna, Asya’da: Myanmar, Kırgızistan ve Pakistan’ın sayılabileceği dünyanın on beş ayrı bölgesinde etnik, dinsel, kültürel ve ekonomik sebeplerle yaşanan çatışmalardan etkilenen insanlar can güvenliklerini sağlayabilmek için yaşadıkları toprakları terk ederek güvenli gördükleri komşu devlet topraklarına sığınmışlardır.[2]

            Söz konusu insan akımıyla muhatap olan ülkelerden birisi ise Türkiye’dir. Dünya genelindeki mülteci ve sığınmacı sayılarındaki artış Türkiye’deki rakamlarla paralellik göstermektedir. Bu durumun başlıca nedeni ise Türkiye’nin jeopolitik konumudur. Türkiye; savaş, çatışma ve insan hakları ihlallerinin yoğun olduğu bölgeler ile bu bölgelere oranla insan hakları ihlallerinin az olduğu ve yaşama standartlarının yüksek olduğu bölgeler arasında bir koridor niteliğindedir. Dolayısıyla bölgeler arasında yoğun bir göç hareketliliği olmakta ve Türkiye de bu durumdan etkilenmektedir. Ancak son zamanlardaki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin konumu farklılaşmıştır ve ülke geçit güzergâhı olmaktan ziyade bazı göçmenler için hedef ülke halini de almıştır. Bu durumun neticesinde ise Türkiye’ye doğru uzanan düzensiz göç hareketleri yoğunlaşmaya başlamıştır. Sığınmacılar tarafından Türkiye hem güvenli bir bölge olarak görülmektedir. Yani Türkiye’nin hem hedef ülke hem de transit bir ülke olarak görülmesi bölgedeki göç hareketliliğinin artışına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu artışın etkileri de daha çok toplumsal alanda olmak üzere ülke genelinde hissedilmektedir. Mülteci sayısındaki tahmin edilemeyen hızlı artış, Türk halkı ile farklı dil, din, kültürel hayat ve yaşam tarzına sahip insanlar arasında oluşacak olan problemleri de beraberinde getirmiştir. Çok eşliliğin artması ve bunun paralelinde boşanma sayılarındaki yükseliş ile kadın ve çocuk istismarlarındaki artış problemlere bir örnek teşkil etmektedir. Yine göç sayısındaki artışla birlikte şekillenen çarpık yapılaşma gibi kentsel sorunlarda ilk akla gelen meselelerdendir. Mültecilerin yoğun yaşadığı şehirlerde nüfusun tüm yapısının değişmesi ise etnik ve mezhepsel kutuplaşmaları tetikleyebilme potansiyeli nedeniyle problem arz etmektedir. Ülkede mülteci sayısının artması toplumsal meselelerin yanı sıra ekonomik sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.  Mülteci kampları için yapılan masraflar, alt yapı çalışmaları, gıda, sağlık, eğitim, güvenlik gibi hizmetlerin ülke ekonomisinden karşılanması, kiraların ve işsizliğin artması yoğun göç alımının ekonomik boyutlarını gözler önüne sermektedir.  Mülteci sayısındaki artış siyasi ve güvenlik boyutlarıyla ele alındığında ise yerel halkın mültecilere karşı gösterdiği karşı tepkinin, provokasyon niteliğindeki bir kitlesel halk hareketine dönüşme tehlikesi bulunmaktadır. Mültecilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bu tarz olaylara şahitlik edilmektedir. Ayrıca düzensiz göç yoluyla ülkeye giriş yapılması Türk halkında terör endişesi oluşturmakta ve bu durum da halkın sosyal uyumunu zorlaştırmaktadır. Bu duruma ek olarak mültecilerin kenar mahallelerde toplu olarak ikamet etmeleri de ilerisi için güvenlik sorunlarının doğmasına zemin hazırla mahiyettedir.[3] “Resmi makamlara göre, sadece Suriye’den gelen sığınmacı sayısı 1,5 milyona ulaşmışken; Irak, İran, Filistin, Mısır ve Afrika ülkelerinden gelenlerle birlikte ciddi sayılara ulaşmış durumdadır.”[4] Göç ve göçmenlerle ilgili bu tarz sorunların olması, kamu düzeni, güvenliği ve sağlığının bozulması ile göçmen sayısında yaşanan artış bazı hukuki tanımların ve örgütsel çalışmaların gerekliliğini ortaya koymaktadır. Çalışmanın devamında göç politikalarının nasıl yönetildiğine dair bilgi verilmeye çalışılacaktır.

            Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Uluslararası Göç Örgütü(UGÖ) ve Göç Politikaları Geliştirme Merkezi (GPGM) uluslararası alanda mülteci ve sığınmacılara yönelik hizmet sunan başlıca kuruluşlardır. Bu alanda önemli bir yere sahip olan, Türkiye’nin de taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi ise mülteci tanımını, göçmen ve sığınmacılara tanınan hakları ve kişinin bulunduğu devlete yüklediği sorumlulukları belirleyen temel belgedir. Türkiye, göçmenler ile ilgili yaşanılan sorun karmaşıklığını ve yoğun göçmen hareketliliğini hukuksal alandan düzenlemek ve kontrol altına almak zorunda kalmış ve yetkin bir kurumsal yapılanmaya gitme ihtiyacı duymuştur. Bu durumun yanı sıra “Türkiye’nin uluslararası koruma sistemi ve uygulamalarının Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlu hâle getirilmesi” [5]gerekçesi de YUKK’un çıkartılmasında etkili olmuştur. 2013 tarihli 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Konunu (YUKK) çıkartılarak var olan parçalı mevzuat tek bir mevzuatta toplanmıştır.[6] Bu konuda yapılan önemli çalışmalardan birisi ise yalnızca bu alana özgü olan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıdır. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Konunu ile geçici koruma altına alınan yabancıların geri gönderilmemesi ilk kez bu kanunla düzenlenmiş ve yabancıların zulüm göreceği bir ülkeye geri gönderilemeyeceği belirtilmiştir. Sığınmacı ve mültecilerin ırk, din, toplumsal bir grubun bir parçası olmaları ve siyasi düşünceleri sebebiyle özgürlüğü ve yaşama hakkı tehlikede olduğu için ülkesine gönderilmesi bu kanun ile önlenmiştir. 15 Ocak 2016 tarihinden itibaren 2016/8375 sayılı Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ile tüm yabancı işçilerin çalıştırılması için yasal düzenlemeler yapılmıştır. Yönetmelik gereği geçici koruma sağlanan yabancılar Türkiye’de geçici koruma kayıt tarihlerinden altı ay sonra kayıt oldukları illerde ancak çalışma izni alınmasıyla çalışabilmektedirler.

            Uluslararası koruma, kişilerin devletleri tarafından vatandaşlık haklarını güvence altına alma yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda kişilerin uluslararası koruma olanağı kalmadığı için geliştirilen bir koruma yöntemidir. Mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma, geçici koruma, Türkiye’de bulunan ve kanunda belirtilen uluslararası koruma statüleridir.[7] Uluslararası koruma sahibi ile uluslararası koruma başvuru sahiplerinin geri gönderme yasağı haklarının olduğu kanun ile güvence altına alınmış durumdadır. YUKK da geri göndermeme ilkesini ‘geri gönderme yasağı’ başlıklı 4. Maddesinde, uluslararası sözleşme metinleri esas alınarak düzenlenmiştir.[8] Söz konusu madde uyarınca “Bu Kanun kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” YUKK, bu şekilde ilkeyi sadece mülteci statüsü tanınan yabancılar için değil; tüm yabancılar için kabul etmiştir. Bu bakımdan ilke, geri gönderme yasağını yalnızca mülteciler için düzenleyen 1951 Cenevre Sözleşmesi’nden daha kapsamlı bir güvence sağlamaktadır. Böylece mülteci ve sığınmacı hakları hukuki bir koruma altına alınmış ve bu sayede Türkiye göçmen sorunlarındaki hukuki karmaşalardan sıyrılmış ve bir dayanak elde etmiştir.

     Av. Şaban Eren AYHAN                                          Av. Mustafa DENİZ

   İnsan Ticaretiyle Mücadele                                 ÇANKIRI BAROSU BAŞKANI

Koordinasyon Komisyonu Üyesi    


 
 

 

26.04.2024
AV. MUSTAFA DENİZ
BARO BAŞKANI

BARO LEVHASI


© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.